Şiir üstüne yazılarından alıntılar :
Şiir, yani söz söyleme san’atı, geçmiş asırlar içinde birçok değişikliklere uğramış; en sonunda da, bugünkü noktaya gelmiş. Bu noktadaki şiirin doğru dürüst konuşmadan bir hayli farklı olduğunu kabul etmek lâzım. Yani şiir bugünkü hâliyle, tabiî ve alelâde konuşmaya nazaran bir ayrılık göstermekte, nisbî (göreli) bir garabet (gariplik) arzetmektedir. Fakat işin hoş tarafı, bu şiirin birçok hamleler neticesinde kendini kabul ettirmiş, bir an’ane (gelenek) kurmak suretiyle de mezkûr (anılan) acayipliği ortadan kaldırmış olması. Yeni doğup bugünün münevveri tarafından terbiye edilen çocuk kendini doğrudan doğruya bu noktada idrâk ediyor (algılıyor). Şiiri, kendine öğretilen şartlar içinde aradığından, bir tabiîleşme arzusunun mahsulü olan eserleri hayretle karşılıyor. Garip telâkkisi, öğrendiklerini tabiî kabul edişinden gelmekte. Ona buradaki izafîliği (göreliliği) göstermeli ki, öğrendiklerinden şüphe edebilsin.
*
An’ane, şiiri nazım dediğimiz bir çerçeve içinde muhafaza etmiş. Nazmın belli başlı unsurları (öğeleri) vezinle kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanmasını temin için, yani sadece hafızaya yardımcı olmak maksadiyle kullanmışlardı. Fakat onda sonradan bir güzellik buldular. Onu, hikmeti vücudu (varlık nedeni) aşağı yukarı aynı olan vezinle birlikte kullanmayı bir maharet (beceri) saydılar. Şiirin de menşeinde (kökeninde), diğer san’atlarda olduğu gibi, böyle bir oyun arzusu vardır. Bu arzu iptidaî (ilkel) insan için nazarı itibara alınabilecek (önemsenebilecek) bir ehemmiyetteydi. Halbuki insan o zamandan beri pek çok tekâmül etti (gelişti). Bugünkü insan öyle zan ve temenni ediyorum ki, vezinle kafiyenin kullanılışında kendini hayrete düşüren bir güçlük, yahut da büyük heyecanlar temin eden bir güzellik bulmayacaktır. Nitekim bu rahatsız edici hakikati görmüş olanlar, vezinle kafiyeye “âhenk” denilen yeni bir şiir unsurunun ebeveyni nazariyle bakmışlar, bu yeni nimete dört elle sarılmışlar. Bir şiirde eğer takdir edilmesi lâzımgelen bir âhenk varsa, onu temin eden şey, ne vezindir, ne de kafiye. O âhenk vezinle kafiyenin dışında da, vezinle kafiyeye rağmen de mevcuttur (vardır). Fakat onu şiirde şuurlu (bilinçli) hâle getirip anlayışları en kıt insanlara bile bir âhengin mevcut olduğunu haber veren şey vezinle kafiyedir. Bu suretle farkına varılan, yani vezinle, kafiye ile temin edilen bir âhenkten zevk duyabilmek yahut da lâkırdıyı bu basit ölçüler içinde söylemeyi maharet sayabilmek; safdilliklerin herhalde en muhteşemi olmalıdır. Bunun haricinde bir âhenge inanmaksa, onun şiir için ne kadar lüzumsuz, hattâ ne kadar zararlı olduğunu biraz sonra anlatacağım.
*
Vezinle kafiyenin her şeye rağmen birer kayıt (sınırlama) olduğunu da kabul edelim. Bunlar şairin düşüncesine, hassasiyetine (duyarlığına) hükmettikleri gibi lisanın şeklinde de değişiklikler yapıyorlar. Nazım dilindeki nahiv (sözdizimi) acaiplikleri vezinle kafiye zaruretinden doğmuş. Bu acaiplikler belki de, ifadeyi genişletmesi itibariyle, şiir için faydalı olmuştur. Hattâ onların, nazım endişelerinin dışında dahi baş tacı edilmeleri ihtimali vardır. Fakat bu kuruluş bazılarının kafalarına “şiir dilinin kendine hâs yapısı” diye dar bir telâkki (anlayış) getirmiş. Bu çeşit insanlar birtakım şiirleri reddederlerken “Konuşma diline benzemiş” diyorlar. Köklerini vezinle kafiyeden alan bu telâkki, hakikî mecrasını (akış yolunu) arayan şiirde hep aynı izafî garabeti bulacak, onu kabul etmek istemiyecektir.
*
Lâfız (söz) ve mâna san’atları çok kere zekânın tabiat üzerindeki değiştirici, tahrip edici hassalarından (özelliklerinden) istifade eder. Bilgisini, terbiyesini geçmiş asırlara borçlu olan insan için bundan daha tabiî bir şey yoktur. Teşbih (benzetme), eşyayı, olduğundan başka türlü görmek zorudur. Bunu yapan insan acaip karşılanmaz, kendine hiçbir gayri tabiîlik (olağan dışılık) isnat edilmez (yüklenmez). Halbuki teşbihle istiâreden (eğretilemeden) kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün münevveri garip telâkki etmektedir. Hatâsı, muhtelif sapıtmalarla gelinmiş bir şiir anlayışını kendine çıkış noktası yapmasıdır. Yazının peyda olduğu (ortaya çıktığı) günden beri yüz binlerce şair gelmiş, her biri binlerce teşbih yapmış. Hayran olduğumuz insanlar bunlara birkaç tane daha ilâve etmekle acaba edebiyata ne kazandıracaklar? Teşbih, istiâre, mübalâğa (abartma) ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayal zenginliği, ümit ederim ki, tarihin aç gözünü artık doyurmuştur.
*