Şiir üstüne bir yazısı :
ŞİİR DENEYİ
Siz ne derseniz deyin şiir bir edebiyat işi değil. Gerek tasarılı, benzetişli deyişler, gerek olduğu gibi söylemek diye savunulan yalın söyleyişler şairi edebiyata götürüyor, önünde sonunda ona bir edebiyat özentisi veriyor. Bir edebiyatı yıkmak, yerine bir yenisi geçirilmek isteniyor. İstenir, tersten gidiş değil bu. Değil ama bu çaba edebiyat üstüne oluyor, şiir üstüne değil. Bir şiirin hikâyesi tekniğinin hikâyesidir sonucuna varılıyor. Bu, başlamadan varılan bir sonuç oluyor. Bir şiirin hikâyesi belki en sonunda tekniğinin hikâyesidir, ama edebiyatçıların çıkarına yarayacak gibi, en sonunda.
Doğrusu, şair bir şarkı tutturuveriyor. Öylece yaşarken kendiliğinden tutturuluvermiş, yakılıvermiş bir şarkı. Kişiliğini savunmak, deneyini saptamak için. Şiir bir hayat deneyidir, bir yaşama anlayışıdır elbet. Şair doğru gönlünce, doğru kafasınca yaşamasının şeklini anlatır, deneyini anlatır. İyi ve kötü şeyler, tartışmalar, değer yargısı, bu kadar günlük güneşlik, bu kadar yaşanılası dünyada.
Bir şiirin hikâyesi şairinin hikâyesidir.
*
Öncekiler bir konuştuğumuz gibi yazmak var, diyorlar. Buna düz-yazı diyorlar. Bir de ölçülü, ya da vezinli kafiyeli yazmak var. Bu da nazım. Sonrakiler şiir için bu öğeleri yeter bulmadılar. “Eda” koydular bunun adını, deyiş koydular. Aynı kapıya çıkar ikisi de. İkisi de şiir için bir güzellik aracı, bir bellek yolu, anlaşılsın diye bir alıştırma yöntemidir. Oyun düpedüz. Gerek kafiyeyi, vezni, söz ve anlam zanaatlarını şiir sayanlar, gerek aksine özel bir düzene, benzetmesiz, andırmasız, her gün kullandığımız sözlerle bir deyişe varmak isteyenler aynı işi yapmışlardır sonunda. Önceden bir biçim, bir kılık kaygısına düşmüşler, bu yüzden de eli kolu bağlı çıkmışlar yola. Bir biçim, bir kılık kaygısı belleklere yerleşmek, hoşa gitmek kaygısından başka nedir ki. Günümüz şiirinin ereği “Güzel” olamaz.
Peki şiirin özel bir biçimi, ayrıntısı olmayacak mı? Kuralları, tanımlaması bulunmayacak mı?
Bir romanda, bir hikâyede, bir tiyatro yapıtında bulduğumuz şiirin özel bir biçimi, ayrıntısı, kuralı mı var? Var aslında. Ama bu bugüne dek alışageldiğimiz güzellik öğeleriyle yapılmıyor, öze göre, iç-görüye göre yapılıyor. Doğrusu, anlam, yaşama, oluş, duyu, düşün yapıyor bunu. Kuralları var. Biçimden çok önce, şairin kişiliğinde var.
Bir okulsuzluk, bir sınırsızlık ortaya sürdüğümü görüyorum. Eh, şiirin okulu olmaz elbet. Hem şiirdeki zevk üstüne, biçim üstüne değişimler, salt şiire özgü değil ki. Romanda da, hikâyede de, öteki sanat kollarında da birden olur bu...
Örneğin anlatıma özgü değişimleri alalım ele. Son yılların bilimi, zevki, anlayışı, düşünü, edebiyattan kaçmayı, karışık, süslü anlatımdan kurtulmayı gerektirmiş. Gerçeği, sezgiyi, düşünleri oyun yapmadan ortaya koymayı gerektirmiş. Çeşitli sanat kollarında olmuş bu anlatım. Elbirliğiyle, ortaklaşa. İyi de etmişler, böylesinin de tadını çıkarmışlar.
Gelelim öz’ün değişimine.. “Garip”çiler anlatımda, biçimde bir yalınlığa, gerçekliğe giderken özde, hiç alışılmamış olan bilinç-altını salık veriyorlar, bunu şiir savaşında bir “ganimet” sayıyorlardı. Bilinç-altını symboliste’ler de, Valéry de, başka anlatımlarla, başka amaçlarla da olsa, “ganimet” saymışlardı. “Tabiat zekânın müdahalesiyle tagyir edilmemiş halde ancak” bilinç-altında bulunabilirmiş. Bulunur, ama tabiat bulunur. Ya insan? Bilinç-altını boşaltma işinde bilincin ayarlamasını, denetini dilemek çelişikliğe düşmektir. Kaldı ki bu çelişikliğe surréaliste Breton hiç düşmedi. Bilinç-altını kurcalamak başka bir görüş açısıdır, insanı bir kez daha aramaktır belki.
“Safiyet ve besatet” (katkısızlık ve basitlik) şiir öğeleri olamaz elbet. Besatet neyse ama safiyet ne demek. Bunu savunanlar, zekânın değiştiremediği doğa’yı bilinç-altında ararken, biraz aşağıda “İnsan ruhunu bütün giriftliği ve kompleksleriyle” orada bulduklarını söylüyorlar. Eh, bu “sanatçıca bir çocukluk” da olsa, gene de safiyet olamaz. Olsa olsa saflık derler buna.
“Garip”çiler şiiri şairanelikten kurtardıkları, dille büyük ilgisini buldukları, insanı da yeniden aradıkları için şiirde “hudut genişletme ameliyesini” başarmışlardır.
*
Diyerek bugüne gelmek istiyorum. Bugün neler yapılmıyor şiirde. Çocukluk anıları, doğal olacağım kaygısıyla bilinç-altı, çağrışımlar. Bir yanda kafiye, bir yanda imajism, ritm bir yanda. Uzun uzun Whitman’ca bir düzen, çok-seslilik, yarım kafiye. Fizik-ötesi, fizik-berisi.. Bir dengesizlik, bir değer karmaşıklığı. Şair çeşitli görüntüler karşısında kalmış.
İmajism savunuluyor. İmaj her çağda anlatım öğesi olarak kullanılmıştır. Ama anlatım öğesi olarak. Sırf imajism yapmak yeniden “şahane bir şairanelik”e düşmekten, sanat değil, zanaat yapmaktan başka bir şey değildir. Ölü doğmaktır bu. Divan şiirini açıver de gör. Üstelik onun savunduğu bir düşün de var ortada. Yok yok, Eliot yapıyor diye böyle şey olmaz. Kaldı ki Eliot bir neo-klasik, bir tahlilcidir. Eski uygarlığın savunucusu, anlaşılmayan insanın sesidir. Görünüşleri peygambermişçesine bağırmaktır.
Buna biraz da çağrışım, çok-seslilik, karanlık ekleyin şiirimizdeki karışıklığı anlarsınız.
*
Şiir bir hayat deneyi, bir yaşama anlayışıdır demiştim. Bu da yetmiyor, bunun saptanması, savunulması da var. Bu bir insan işi, yüzyılın kişisi, kişiliği işi.
İlk-çağ insanının kişilik ayrıntıları vatandaşlık, tüketenlikti. Orta-çağınki sofuydu. Kaderi kendinden üstün yukardaki bir gücün elindeydi. Düşünmüyor tapıyordu. Vatandaş değildi. Yeniden-doğuş ilk-çağ akılcılığını, açık seçik olmayı ilke yaptı kendine. Sonra klasisizmin ölçülü, akılcı dedikleri “yüksek” duygulu insanı. Yukardan bakan, nerden geldiği belli olmayan yargılayıcı bir akılla ölümsüz duyguları inceleyen soyut bay. Tüketen kişi. Daha sonra kendine güzeli iş edinen, ama kendisini göstermek için iş edinen çelebi. Son yüzyıllar, gerçek yüzyıllar, uran (endüstri). Vatandaş, üreten tüketen insan. Sosyal ürün.
Oyunun ardında şairde bu çağların kişiliği var. Şair sezdiği bu kişiliği taklit ediyor şiiriyle. Asıl düşünü, gerçeği, görünüşleri, değişmeyi taklit ediyor. Deneyini taklit ediyor.
Oyun dedim. Elbette çelişikliğe düşmüyorum. İşe içgüdülerim karışırsa şiir oyun olur. Oynadım, oynayacağım da.. Eleştirmelere, söylevlere, vaazlara, açıklamalara, doğrusu başka yazı çeşitlerine düşmemek için. Oyun şairi gerçeğe hazırlayan doğal yöntemdir. Kabiliyetlerini geliştirmesinin, kişiliğine varmasının yöntemidir. Yaşamanın, hayatın imkânlarıyla denemeler yapmaktır. Ama gene de edebiyat oyunu değil bu. Zanaat oyunu değil. Şair bu iç-güdülerinin yönettiği kişilikle yaşadığı hayatın getirdiği kişiliktir işte.
Şiire, ne yapalım, uyumlu söz diyemeyeceğim. Şairin dilediği, şiirin kafayla okunduğu günler gelmiştir. O size bu doğru, bu ileri, bu yaşama sevinci dolu kişiliğini salık veriyor. Sizin düşüncelerinizin, çabalarınızın, yaşamalarınızın, sevincinizin ne olduğunu, elbette ne olması gerektiğini söylüyor.
Biraz edebiyat yaptımsa bu gene yapacağım anlamına gelmemelidir. Benim ustam 1970’in şairidir. (İnsanın Değeri adlı kitabının önsözü, 1955)
(ss. 55-58)