| Anlatı | Seçme Şiirleri | Tiyatro | Spor | Çeviriler | Albüm | Çeşitli | Günce | Anı | Deneme | Konularına göre derlenen denemeler | Yaşamöyküsü | Mektup derlemeleri | Yaşamı, sanatı, yapıtları dizisi | Antoloji |

Çeviriler / ÖLÜ ALBAYIN KIZLARI

ÖLÜ ALBAYIN KIZLARI

Bu kitabı satın al

ÖLÜ ALBAYIN KIZLARI

MEM7NRSXFL4YQWWCJWOW, Adam Yayınları, 1991
İçindeki öyküler :
Yolculuk
Resimler
Gaden Parti
Yeni Moda Evlilik
İlk Balosu
Ölü Albayın Kızları
Parker Ana’nın Hayatı
İdeal Bir Aile
Bir Tatil Günü

Kitaptan bir öykü :

BİR TATİL GÜNÜ

   Pembe yanaklı, iriyarı bir adam; beyaz fanile bir pantolon, mavi bir ceket giymiş, cebinden pembe bir mendil sarkıyor; tepesindeki küçük hasır şapka başının arkasına tünemiş gibi. Gitar çalıyor. Yüzünü kırık kanada benzeyen bir fötr şapkayla örtmüş beyaz bez ayakkabılı ufak tefek bir adam elindeki flütün içine üfleyip duruyor; patlak, eski püskü, düğmeli botlar giymiş uzun boylu, sıska bir adam ise çenesinin altına sıkıştırmış olduğu kemandan, şerit gibi - uzun, karmakarışık, birbirine dolanarak akıp giden - sesler çıkarıyor. Manav dükkânının karşısında, güneşin alnında duruyorlar; hiçbiri gülümsemiyor, ama suratları asık da değil; örümceğe benzeyen pembe el gitarın üstünde dolaşıyor; parmağında koca bir yüzük olan küçük kalın el isteksiz flütü zorluyor; kemancının kolu ise kemanı ortasından kesip ikiye ayırmaya çalışarak durmadan gidip geliyor.
   Bir kalabalık toplanıyor; ellerinde portakallar, muzlar; kabuklar soyuluyor, yemişler bölünüyor, paylaşılıyor. Bir genç kızın bir sepet çileği var, ama yemiyor onları. “Ne kadar güzel!” Üstleri sayısız noktayla dolu yemişlere ürkek ürkek bakıyor, sanki korkuyormuş gibi. Avustralyalı asker gülüyor. “Haydi, durma, hepsi bir lokma bir şey.” Ama aslında o da istemiyor kızın çilekleri yemesini. Onun ürkek yüzüne, şaşkın gözlerine bakmaya doyamıyor. “Ne kadar hoş!” Adam göğsünü geriyor, sırıtıyor. Yaşlı, şişman, kadife korsajlı kadınlar - eski, tozlu yastıklar - tepelerindeki geniş kenarlı şapkalarıyla birer şemsiyeye benzeyen sıska, geçkin cadılar; incecik kumaşlar içinde genç kadınlar, şapkaları çiçekli, ayakkabıları sipsivri; boz renkli giysiler içinde erkekler; denizciler; kılıksız kâtipler; iyi kumaştan yapılmış giysileriyle genç Yahudiler, ceketlerinin omuzlarına pamuk doldurulmuş, pantolonları iyice bol; maviler giymiş çocuklar, yetimhane çocukları - güneş aydınlatıyor hepsini - müziğin korkusuz, yüksek sesleri, bir kıpı, hepsini bir arada tutuyor. Gençler kaldırımın üstünde oynaşıyor, itişiyor, birbirini dürtüklüyor, kaçışıyorlar; yaşlılar ise durmadan konuşuyorlar :
   “Öyle dedim ona, doktoru kendin için istiyorsan, git getir dedim.”
   “Pişirince avuç içi kadar bile kalmadı!”
   Gene en sessizleri, üstleri başları yırtık pırtık sokak çocukları. Çalgıcıların yanına olabildiğince sokulmuş duruyorlar, elleri arkalarında, gözleri koskocaman açılmış. Derken bir ayak savruluyor, bir kol sallanıyor. Sendeleye sendeleye yürüyen minicik bir çocuk, yorgunluktan bitmiş bir halde, olduğu yerde iki kere dönüp yere oturuyor, suratı asılıyor, sonra gene doğruluyor.
   “Ne güzel, değil mi?” diye fısıldıyor küçük bir kız elini ağzına tutup.
   Müzik pırıl pırıl parçalara bölünüyor, tekrar bir araya toplanıyor, tekrar bölünüyor, derken eriyip gidiyor; kalabalık dağılarak yavaş yavaş tepeye doğru ilerliyor.
   Yolun köşesinde işportalar başlıyor.
   “Hani ya gıdıklıyor! İki peni tanesi! Var mı isteyen? Gıdıklıyor! Al da gıdıkla hanımı, delikanlı!” Tel sapların ucunda küçük, yumuşak fırçalar. Askerler kapış kapış alıyorlar.
   “Bebek alan! İki peni’ye bebekler!”
   “Sıçrayan eşekler! Canlı canlı!”
   “Cikletin iyisi burada! Aldığına değsin! Yok mu, baylar!”
   “Gül isteyen! Hanıma bir gül alsanıza, bayım! Gül ister misiniz, bayan?”
   “Tüylere bak, tüylere!” Dayanılır gibi değil. Güzelim, pırıl pırıl tüyler, zümrüt yeşili, kırmızı, parlak mavi, kanarya sarısı. Bebeklerin başlıklarına bile tüyler dikili.
   Üç köşeli kâğıt bir şapka giymiş yaşlı bir kadın, sanki ölüm döşeğinde son öğüdünü veriyor, hani onu dinlerseniz yaşamınızı kurtaracakmışsınız, ya da erkeğinizin aklı başına gelecekmiş gibi : “Üç köşeli bir şapka al, yavrum, al giy başına!”
Devamı