| Anlatı | Seçme Şiirleri | Tiyatro | Spor | Çeviriler | Albüm | Çeşitli | Günce | Anı | Deneme | Konularına göre derlenen denemeler | Yaşamöyküsü | Mektup derlemeleri | Yaşamı, sanatı, yapıtları dizisi | Antoloji |

Çeviriler / GECE AĞACI

GECE AĞACI

Bu kitabı satın al

GECE AĞACI

H46SKTSPSG8CGRAQXRKU, Adam Yayınları, 1989

İçindeki öyküler :
Bay Kötülük
Para Dolu Damacana
Benim Anlatışım
Miriam
Son Kapıyı Kapa
Gece Ağacı


“Son Kapıyı Kapa” adlı öykünün son iki bölümü :

5

   Tren Saratoga’ya vardığında geceydi; yağmur yağıyordu. Walter yolun çoğunu uyuyarak geçirmişti; vagonun sıcak ıslaklığında durmadan terleyerek düşler görmüştü; eski bir kalede yaşayan kart kızılderililerle uğraşmıştı önce; sonra başka bir düşte karşısına babası çıkmıştı, arkasından Kurt Kuhnhardt, yüzü belli olmayan biri, Margaret ile Rosa, Anna Stimson, bir de şişman, elmas gözlü tuhaf bir kadın. Walter upuzun, bomboş bir caddede duruyordu; bir cenaze alayı gibi ağır ağır gelen bir sıra kara otomobilden başka hiçbir şey yoktu görünürde. Ama Walter her pencerede kendi çıplaklığına bakan bir sürü göz olduğunu biliyordu; otomobillerin ilkine bütün canlılığıyla el salladı; otomobil durdu, bir adam, babası, ona kapıyı açtı. Babacığım, diye bağırdı Walter, ileri atıldı; kapı birden kapanıverdi, parmakları ezildi Walter’ın; babası göbeğini hoplata hoplata, kahkahalarla güldü, sonra pencereden sarkıp koca bir gül demeti fırlattı. İkinci otomobilde Margaret vardı, üçüncüde elmas gözlü kadın (Miss Casey değil miydi bu, cebir öğretmeni?), dördüncüde Mr. Kuhnhardt ile yeni gözde memuru, yüzü belli olmayan adam. Her kapı açıldı, her kapı kapanıverdi, hepsi kahkahalarla güldüler, hepsi gül demetleri attılar. Otomobiller sessiz cadde boyunca ağır ağır uzaklaştı. Walter korkunç bir çığlıkla gül demetlerinin üstüne düştü : vücuduna dikenler battı; sonra birdenbire bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur çiçekleri ezdi, parçaladı, yapraklardaki soluk kan lekelerini yıkadı.
   Karşısında oturan kadının bakışından uykusunda bağırmış olduğunu anladı. Utangaç utangaç gülümsedi; kadın hemen başını çevirdi, pek şaşkın halliydi. Sakattı, sol ayağında kocaman bir ayakkabı vardı. Saratoga istasyonunda trenden inerlerken Walter ona yardım etti, eşyalarını taşıdı, sonra ikisi birleşip bir taksi tuttular; ama konuştukları yoktu : biri otomobilin sağ köşesine çekilmiş, öbürü sol köşesine, yanlarındaki pencereden yağmura, yağmurda eriyen, yayılan ışıklara bakıyorlardı. Walter birkaç saat önce, New York’ta, bankadaki bütün parasını çekmiş, apartmanının kapısını kilitlemiş, kimseye bir haber bırakmadan yola çıkmıştı; sonra bu geldiği kentte de hiç tanıyan yoktu onu. Ne kadar hoş bir şey.
   Otel tıklım tıklım doluydu. Kâtibin dediğine göre, yarışlara gelenlerin yanı sıra o günlerde yapılacak olan tıp kongresine gelenler de bir hayliydi. Hayır, çok üzgündü, hiçbir yerde oda bulma olanağı yoktu. Belki yarın.
   Bunun üzerine Walter doğruca bara gitti. Bütün geceyi ayakta geçirecekti nasıl olsa, iyisi mi kafayı çeker, eğlenirdi. Gittiği bar çok geniş, çok sıcak, gürültülü bir yerdi, birbirinden tuhaf yazlık kılıklara girmiş insanlarla doluydu : kürklere gömülmüş yarı çıplak kadınlar; ufak tefek, iyice gelişmemiş cokeyler; yüksek sesle konuşan, soluk yüzlü, kareli giysili adamlar. Walter bir iki bardak viskiden sonra gürültüyü duymaz oldu. Çevresine bir bakındı, birden sakat kadını gördü. Hemen oracıktaki bir masada tek başına oturmuş, nane likörü içiyordu. Karşılıklı gülümsediler. Sonra Walter kalkıp onun yanına gitti. “Yabancı sayılmayız,” dedi kadın, adam oturdu. “Yarışlar için geldiniz galiba?”
   “Hayır,” dedi Walter, “dinlenmek için. Ya siz?”
   Kadın dudaklarını büzdü. “Herhalde görmüşsünüzdür, bir ayağım sakattır benim. Ah, haydi, haydi, şaşırmış gibi yapmayın : gördünüz elbette, herkes görür onu. Evet,” dedi; bardağının içindeki kamışla oynadı; “evet, doktorum bu kongrede bir konuşma yapacak; beni, yani ayağımı anlatacak; pek az rastlanan bir sakatlıkmış benimki de, onun için. Ah, bayağı korkuyorum. Kongrede herkese ayağımı göstermem gerekecek, ürküyor insan, utanıyor, sıkılıyor, bir sürü şey.”
   Walter çok üzüldüğünü söyledi; kadın, ah, üzülecek bir şey yok bunda, dedi; gezmiş oluyordu, değil mi? “Altı yıldır hiçbir yere gittiğim yoktu. Altı yıl önce, bir haftalığına, Bear Mountain Inn’e gitmiştim.” Yanakları kırmızıydı, pençe pençeydi; koyu lavanta çiçeği rengi gözleri birbirine fazlaca yakındı : sanki hiç kırpmıyordu onları. Sol elinin yüzük parmağında altın bir halka vardı; ama numara tabii : kimse inanmazdı onun evli olduğuna.
   “Ben hizmetçiyim,” dedi kadın bir soruyu yanıtlarken. “Hiç de kötü bir iş değildir. Namusumla kazanıyorum, çok severim işimi. Yanlarında çalıştığım karı kocanın güzel bir çocukları var, adı Ronnie. Son derece iyidir aramız, annesinden çok beni sever; kendisi söyledi. Annesi hep sarhoştur da.”
   Dinlenecek şeyler değildi bunlar, ama Walter büsbütün yalnız kalmaktan korkarak onun yanından ayrılmadı, içti, bir zamanlar Anna Stimson’la konuştuğu gibi konuştu. Sst! dedi kadın bir ara; sesi iyice yükselmişti Walter’ın, herkes onlara bakıyordu. Walter hiç aldırmadı; hepsinin canı cehenneme, dedi; sanki beyni camdan yapılmıştı, sanki içtiği her viski damlası bir çekiç olmuştu; kafasının içinde kırık cam parçaları çın çın ötüyordu; gözleri bulanıklaşıyor, her şey biçim değiştiriyordu; karşısındaki sakat kadın bir tek insan değildi, hayır, bir sürü insandı : Irving, annesi, Bonaparte adlı bir adam, Margaret, bunlar, daha başkaları, hepsi o kadında toplanmışlardı : yavaş yavaş anlıyordu, yaşam bir çemberdir, hiçbir an’ı kopmayan, ayrılmayan, unutulmayan bir çember.

Devamı