| Anlatı | Seçme Şiirleri | Tiyatro | Spor | Çeviriler | Albüm | Çeşitli | Günce | Anı | Deneme | Konularına göre derlenen denemeler | Yaşamöyküsü | Mektup derlemeleri | Yaşamı, sanatı, yapıtları dizisi | Antoloji |

Deneme / ÇAĞDAŞIMIZ MAKYAVEL

ÇAĞDAŞIMIZ MAKYAVEL

Bu kitabı satın al

ÇAĞDAŞIMIZ MAKYAVEL

CQ2FSJ4RKA8ZRTT3OKJI, Adam Yayınları, 1992
Kitabın “Sunu” yazısı :

   Bu kitaptaki yazılar 1985-1991 yılları arasında “Adam Sanat” dergisinde yayımlanmıştı; dünyada, inanılması güç gelişmelerin büyük bir hızla birbirini izlediği, toplumsal inançların temellerinden sarsıldığı, sağlıklı düşünceler üretmenin son derece güçleştiği yıllarda... Çoğu birbirine bağlı olan, birbirinin içinden çıkan bu denemeler bir anlama çabasını, bir yeniden değerlendirme uğraşını sürdürürken, toplumu, insanı, inançları irdelerken, alttan alta ya da açık açık, hep şu kaygıyı taşıdılar : Bunca kargaşa içinde sanatın yeri nedir? Siyasanın güdümüne girmeyince sanat, kimilerinin son yıllarda savundukları gibi, görevsizleşir mi?
   Toplumsal yaşamda sanatın hem çok seçkin bir yeri, hem de siyasal etkinlikleri aşan vazgeçilmez bir önemi olduğu kanısındayım. İnsanın, toplumun, inançların belirlenmesinde sanatsal etkinliklerin önemi yadsınamaz. Sanat bu öneminden soyutlandığı oranda toplumsal yaşamdaki seçkin yerinden de uzaklaşır, sıradan bir eğlencelik durumuna düşer.    Sanatı etkisizleştirmek, yalnız sanata değil, insana, dolayısıyla topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür.
   Bu kitabın yayımlandığı günlerde Türkiye bir seçim ertesinin sosyal demokrasiye dönük umutlu gelişmelerini yaşıyordu : Özgürlükler, demokratik haklar, işkenceye son verme çabaları...
   En bozuk toplumsal düzenlerin bile iyi ellerde umutlu gelişmeleri olabiliyor. Bizde de olacağı kesin; düzeltilmesi demokrasi anlayışına bağlı öyle çok şey var ki...
   Toplumumuzun nasıl, ne zaman utanç verici dengesizliklerinden kurtulup haklı, dürüst bir paylaşım anlayışına kavuşabileceğini ise zaman gösterecek...
   İnsanlığı saplandığı bataktan kurtarmakta sanata düşen görev böyle yüzeysel umutlanma günlerinde kat kat artıyor.

(ss. 7-8)




Çağdaşımız Makyavel’den bir deneme :

YALAN KÜLTÜRÜ

   Yalan, yaşamımızda gittikçe artan bir ağırlık kazanmakta... Artık yadırganmıyor... Bir yalanla karşılaştığımızda, aldatılmak istendiğimizi sezdiğimizde öyle eskisi gibi tedirgin olmuyoruz... Alıştık iyice...
   Yalan, günümüzde söyleyeni küçülten bir alışkanlık sayılmıyor. Alışveriş ilişkilerinin yürütülmesinde, çarşıda pazarda, büyük bir yılışıklıkla sürdürüldüğü gibi, en üst düzeyde de, toplumun yönetilmesi için, güçlü bir silah olarak kullanılıyor. Devlet adamları, yönettikleri insanlara, çeşitli konularda, hiç çekinmeden, yalan söylüyorlar. Kendilerini, partilerini, ya da bir durumu kurtarmak için, ya da halkı istedikleri yöne sürüklemek, etkileri altında tutmak için, açık açık yalan söylüyorlar.
   “Açık açık”, çünkü bu yalanların “yalan” olduğu birlikte çalıştıkları kişilerce, ya da konuya yakın olanlarca biliniyor.
   Düşünün : Sorumlu bir kişisiniz, önemli bir göreviniz var, halkı yönlendirmek, kendi yanınıza çekmek için yalan söylüyorsunuz, ama birtakım kimseler yalan söylediğinizi, halkı kandırdığınızı biliyorlar...
   Eskiden olmaz mıydı böyle şeyler?
   Herhalde olurdu, ama şimdi göze batacak kadar çok oluyor. Hem sorun, olup olmamasında değil. Sorun bu işin günümüzde oyunun temel kuralı sayılmasında.
   Yalan söylediğinizi bilenler artık sizi kınamıyorlar.
   Yalan söylediğiniz, birtakım şeyleri kurtarmak amacıyla yalan söylemek zorunda kaldığınız için siz de artık utanç duymuyor, üzülmüyorsunuz. Nerede, hangi yalanları söylemenizin daha yararlı olacağını düşünmeye başlıyorsunuz.
   Sonunda iş öylesine gelişiyor ki, söylediğiniz yalanların “yalan” olduğunu, yalnız birlikte çalıştığınız kişiler ya da konuya yakın olanlar değil, aldatmak, yönlendirmek istediğiniz insanlar da sezmeye başlıyorlar. Konuşmalarınız şenliğe dönüşüyor. Siz yalanlar söylüyorsunuz, yandaşlarınız, dinleyenleriniz, söylediklerinizin yalan olduğunu bile bile bağrışıp çağrışıyor, bir araya toplanmanın tadını çıkarıyorlar.
   Sonra işlerinin, masalarının, tezgâhlarının başına dönüyor, onlar da kendi çıkarlarını yalanlarla korumaya girişiyorlar.
   Yalan üzerine kurulu alışveriş ilişkileri, acımasız, utanç duygusundan yoksun çıkar çatışmaları yepyeni değer yargıları oluşturuyor.

   Aldığı bezelyeyi beğenmeyerek ellilik kızına çıkışan yetmişlik büyükanne şu yanıtla susturuluyor : “Siz burada oturmuş her şeyi kendi zamanınızdaki gibi sanıyorsunuz. Çarşıda savaş var, savaş!.. Ben ne aldığımı biliyor muyum! Herkes birbirini aldatıyor!”
   Evet, çarşıda savaş var!.. En güçlü silahı “yalan” olan bir savaş...
   “Amaçlarla araçlar” konusu bir zamanlar uzun uzun tartışılırdı. Bugün tartışılması bile gerekmiyor. Yalan baş köşede çünkü... Amaca varmak için her araç geçerlidir görüşünün üstünlüğü uygulamada kesinlikle ağırlığını duyuruyor, ama konuşmaya gelince, “Hiç öyle şey olur mu! Amaca varmak için her araçtan yararlanırsak değer yargılarımızı nasıl koruruz!” türü sözler ediliyor.
   Böylesine rahat yalan söylenen bir ortamda, tartışmaya, Machiavelli dürüstlüğüne ne gerek var! Hiç öyle şey olur mu der, bildiğinizi okursunuz...

Devamı