Kitabın “Sunu” yazısı :
Düşünceye Saygı’nın birinci basımında yirmi üç yazı vardı. Bu ikinci basımda ise, kırk yedi yazı ile bir konuşma yer alıyor. İlk basımda, hiç ayırma yapmadan, bütün yazıları yayım tarihlerine göre sıralamıştım. Burada tartışma yazılarını ayırdım. Ama, konuların gerektirdiği birkaç kaydırmanın dışında, iki bölümde de, gene yayım tarihleri sırasına uydum.
Birinci bölümde ilk on yazı, ikinci bölümde ilk on üç yazı Düşünceye Saygı’nın birinci basımındandır. 1961 Türk Dil Kurumu Eleştiri Ödülü bu yirmi üç yazıya verilmişti. 1959 yılında dergilerde yayımlanıp Ataç Eleştiri Armağanı’na değer görülen yazıların ise, yalnız on tanesi bunların arasında. Ötekiler
Unutulmuş Yazılar adlı kitabımda yer aldı.
Bu yeni basımda, Düşünceye Saygı’nın birinci basımına giren yazılarla, o kitap yayımlandıktan sonra yazdığım, 1962’nin ilk aylarına kadar gelen yazıları bir araya getirdim. Sonrası
Çağını Görebilmek’te.
1951-1960 arasında yazılıp Düşünceye Saygı’nın birinci basımına girmemiş olan deneme, eleştiri, tartışma, inceleme, konuşma, ne varsa, onlar da
Unutulmuş Yazılar’da.
Yazıların altına ilk yayımlandıkları tarihleri özellikle koydum. Birçok şeyin anlaşılabilmesi için bu yayım tarihlerinin bilinmesi gerektiği kanısındayım. Çünkü yazıldıkları günlere çeşitli bakımlardan sımsıkı bağlı yazılar bunların çoğu.
Kitabın bölümleri şöyle :
Birinci Bölüm : Deneme, eleştiri yazıları;
İkinci bölüm : Tartışma yazıları;
Üçüncü bölüm : Bir konuşma.
Yazıların dilinde fazla bir değişiklik yapmak gereğini duymadım. Bazı sözcükleri değiştirdim, yeni yazım kurallarını uyguladım, bir iki tümceyi aydınlıklaştırdım, birkaç yerde de anlamı yineleyen tümce parçalarını çıkardım.
Son kırk yılda dilimizin bayağı yerleşmiş olduğunu görmek beni şaşırttı. Daha çok değişiklik yapmam gerekeceğini sanıyordum. Değiştirdiğim sözcüklere birkaç örnek vermek istiyorum : Eser-yapıt; mısra-dize; hikâye-öykü; hayat-yaşam; şart-koşul; hür-özgür... Gördüğünüz gibi, bunlar kırk yıl önce de kullanılan sözcükler. Ben yaygınlaşmadıkları için, okurlar belki yadırgarlar diye, dili öne almamak, “dile takılıp yazıların içeriğinden uzaklaşma”yı önlemek kaygısıyla kullanmıyordum onları. Özleştirmecilik yolunda atak bir yazar olsaydım, belki de bugün hiçbir sözcüğü değiştirmem gerekmeyecekti.
Türkçenin bayağı iyi bir yere ulaştığı anlaşılıyor. Bundan ötesi, sanırım, bilimsel terimlerin yerleşip yaygınlaşması sorunudur.
Düşünceye Saygı’daki yazıları bir bakıma çok önemli buluyorum. İkinci Yeni’nin ortaya çıkma, kendini kabul ettirme, dağılma yıllarındaki tartışmalar, sonraki kuşaklara dürüstlükle yansıtılmadı. Atışma düzeyindeki yazılarda, kasıtlı alıntılarla iş sağa sola çekildi, hele masa başı konuşmalarında her şey çarpıtıldı.
Dergilerdeki yazıları kim nereden bulup okuyacak!
Kulaklara ne fısıldandıysa ona inanıldı...
Bu kitapta gerçi İkinci Yeni’nin temel metinleri yok, ama kimin ne için savaşım verdiği, “anlamsız şiir” adından ya da “şiirde anlam rastlansaldır” görüşünden nasıl uzaklaşıldığı açık açık sergileniyor...
(ss. 7-8)