Kitabın başındaki yazıdan bölümler :
HALKIN GÖNLÜNDEKİ KARACAOĞLAN
Halkımız Karacaoğlan'ın yaşamı üzerine söylentileri şiirleriyle birleştirip onun adına değişik efsaneler düzenlemiştir : "Karacaoğlan ve Benli Kız", "Karacaoğlan ile Yayla Güzeli", "Karacaoğlan ile Elif Gelin", "Karacaoğlan ile Karacakız", vb.
Çeşitli yörelerde başka başka anlatılan Karacaoğlan'ın yaşamı ile ilgili efsaneyi kısaca şöyle özetleyebiliriz :
Karacaoğlan sazının üstüne saz olmayan, bir yumulup çaldı mı inatçı deveyi yerinden kaldıran çok içli bir ozandı. Obasında sevdiği kızı başkasına verdikleri için, başında esen kavak yellerine uyup gurbete çıktı. Yolda rastladığı bir obada onu hoş tutup benimsediler, sazına türküsüne doyamaz oldular. Ama bu kere de Karacaoğlan oba beyinin kızına gönül verdi, kız da ona. Bey kızını bu yoksul garibe almanın yolu yoktu. Kaçacak oldular. İş büsbütün sarpa saracak. Oba girdi araya. Onlara kol kanat gerdi. Bey'in öfkesini, kederini dindirip gönlünü yaptılar, Karacaoğlan ile Elif kızı everdiler. Bu evlilik obayı aşk türkülerine boğdu. Ama obada ele avuca sığmaz, kızı gelini rahat bırakmaz, ipsiz mi ipsiz bir delikanlı vardı : Bey'in yeğeni. Elif'in ardında dört dönüyordu. Kız ona bakmıyor, kaçıyor, çadırına kapanıyor, oba halkından utanıyordu. Karacaoğlan duyarsa büyük tatsızlık çıkacaktı. Bey duyarsa belki de yeğenini öldürecekti. Güz gelip de obalar Çukurova'ya inince düğünler başladı her yanda. Karacaoğlan her düğüne çağrılıyor, oradan oraya dört dönüyordu. O yokken çadırından dışarı çıkmaz olan Elif, gidip şu oğlana yalvarayım da bu rezillik artık sona ersin diye düşündü. Gitti karşısına durdu : Etme ağam, bizden ne istersin, bozma yuvamızı, dedi. Elini ayağını öpeyim, dedi. Delikanlı : Senden soğurum ama, diye karşılık verdi, bir gece yanında sana elimi bile değmeden yatmam gerek. Yoksa bu sevda bu yürekten çıkmaz. Elif düşündü, bir gecelik sıkıntısına katlanır, sonra kurtulurum, dedi kendi kendine. Huyum böyle, dedi delikanlı, bir gece yanında yatarsam, bu sevda geçer. Elini bile dokundurmayacağına yemin eder misin? dedi kız. Kuran'a el basarım, dedi delikanlı. Gece Elif onu çadırına aldı. Giysileri üstündeydi. Birlikte yatağa uzandılar. Kız sırtını döndü, delikanlı da sözünde durup ona dokunmadı, biraz sonra da uyuyakaldı. Bu sırada Karacaoğlan bir düğünde türkü söylüyordu. Nedense bir üzüntü vardı içinde. Birden sazın teli koptu. Büsbütün bunaldı. Kalkıp yel gibi düştü yola. Çadırına geldiğinde tan ağarıyordu. İçeri girince yatağında bir delikanlının uyuduğunu gördü. Yanında da Elif. Sabaha kadar kızın gözüne uyku girmemişti, ama Karacaoğlan'ın geldiğini görünce, her yanı ateş gibi yandı, yumdu gözlerini. Ne olacaktı şimdi? Nasıl anlatacaktı? Ne yapacaktı Karacaoğlan? Ne yaptı Karacaoğlan : Sırtından abasını çıkardı, yavaşça üstlerine örttü, dönüp çıktı çadırdan, yürüdü dağlara doğru. Elif gözlerini açıp üstlerindeki abayı görünce, Karacaoğlan'ın bir daha dönmemek üzere gittiğini anladı. Arkasından fırladı, çığlık çığlığa, adını bağıra bağıra : Karacaoğlan! Karacaoğlan! Ama ses veren olmadı. Kimse yoktu görünürde. Tozlu yollar bomboştu. Koştu, koştu, koştu, düşüp bayılana kadar. Oba uyanıp da olan biteni duyunca, sonunda böylesine güzel bir yuvayı yıkan, söz dinlemez, öğüt almaz, ipsiz bey yeğeninin başına hışım gibi çöktü. Leşini toprak bile kabul etmez deyip bir kayadan aşağı attılar. Sonra dağ taş Karacaoğlan'ı aramaya çıktılar. Ama kimse izini bulamadı. Karacaoğlan yürümüş yürümüş, bir mağara önüne gelmiş, oracıkta bir taşın üstüne oturup sazına yumulmuş, derdini kayalara söylemiş, içini boşaltmış, sonra da elinde sazı mağaraya girmişti. O mağaradan bir daha çıkmadığını söylerler. Gene derler ki bir çoban Karacaoğlan mağaraya girdikten sonra oradan geçerken içerden türküler geldiğini duymuş. Dinlemiş, çok hoşlanmış. Ölünceye kadar bu çoban hep o mağaranın kapısına gidip türkü dinlermiş. Gene derler ki yüreği temiz olanlar bugün de o mağaranın kapısına gidip kulak verirlerse Karacaoğlan'ın türkülerini duyabilirlermiş.
(ss. 23-25)
DÜŞÜNCE DÜNYASI
Karacaoğlan'ın düşünce dünyasını anlamak, neye inandığını, kimden yana olduğunu bulup çıkarmak olanağı yoktur. Uçarı çapkın, yaşama sevinci ile dolup taşan, gurbetçiliği, dertleri, sıkıntıları hep aşklarına bağlanan, gezdiği yürüdüğü yerlerdeki insanların nabzına göre şerbet veren bir saz şairi.
Kimi şiirlerinde Tasavvuf düşüncesinden kırıntılar vardır, kimi şiirlerinde Hazret-i Ali'yi anar, Hacı Bektaş Veli'yi yüceltir, Pîr Sultan'a benzekler söyler, kimi şiirlerinde Osmanlılar'ı över, Mevlânâ'dan söz eder.
Uzmanlar onda genel din inanışlarının dışında bir tarikata bağlılık aranmaması gerektiği, şiirlerini okuduğu yerlerdeki insanların gönüllerini hoş etmek için, onların inanışları doğrultusunda sözler ettiği kanısındalar.
Karacaoğlan az okuyup yazma bilen, kafasının içinden çok, yaşamdan, ama yaşamın da görece tatlı yanlarından, özellikle sevda alanından, doğanın güzellikleri karşısındaki çoşkunluklarından yola çıkan bir sanatçıdır. Onda Yunus Emre'nin, yaşamı, insanlar arası ilişkileri derinliğine kavrayan, yorumlayan düşünce gücü, ya da Pîr Sultan'ın bağlandığı inancı dağlardan aşırmaya çalışan inatçı kavgacılığı yoktur.
Karacaoğlan sazının üstüne kapandığı zaman kendisini dinleyenleri mutlu etmek, aşk dünyasına çekerek oyalamak, yaşamın sıkıntılarından uzaklaştırmak isteyen ozanlardandır. "Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm" diye sıraladığı üç derdinden en az yoksulluğa değinmiş, yaşama duyduğu korkunç bağlılığa karşın, ölüm üzerine de güzel ama yüzeyden sözler etmenin ötesine geçmemiştir.
Karacaoğlan'ın en ilginç yanı ahlak anlayışıdır. Şiirleri açık saçık sözlerle doludur. Ne tarikatların, ne de genel din anlayışının çerçevesine sığar. Ayrıca, obada sevilmeyen bir tipin, kızların yanı sıra yeni evli gelinleri, kocaları gurbetteki kadınları da rahat bırakmayan uçarı çapkın delikanlının ağzından konuşur. Anlaşılan, dinleyiciler, bu ilişkilerde hoşa giden bir yön, bir gülümseme nedeni bulmaktadırlar.
Karacaoğlan gibi bir ozanın, tıpkı düşünce dünyasını olduğu gibi, duygu dünyasını da kendisini dinleyenlere göre düzenlemesi, karşısındakilere istediklerini vermesi doğaldır.
Demek ki Yunus'u, Pîr Sultan'ı sevgiyle bağrına basıp çoğaltan, yıllarca onlar gibi şiir söyleyen Anadolu halkı, Karacaoğlan'da da başka bir yönüne karşılık bulmuştur, onu da bağrına basıp çoğaltmış, yaymış, yaşatmıştır.
(ss. 21-22)