Kitabın başındaki yazıdan bir bölüm :
DÜŞÜNCE DÜNYASI
Şinasi sağlıklı düşüncelere ulaşmanın çok güç olduğu bir dönemde yaşadı. Parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya bir imparatorluğun, siyasal oyunlarla, emperyalizm aşamasına geçmiş kapitalist devletlerden yardım alınarak kurtarılmaya çalışıldığı günlerde, Batı hayranlığının aldatıcı görünümleri arasında yetişti.
Osmanlı toplum düzenine, Fransa gibi bambaşka bir toplum düzeninin yüzyıllar süren gelişmeler sonunda vardığı kurumları, yasaları, anlayışları, buyruklarla, tepeden getirip yerleştirmek özleminin sakıncalarını görmek, o dönemin çok iyi niyetli, memleketlerini kaşla göz arasında Avrupa uygarlığı düzeyine çıkarmak isteyen aydınları için, hiç de kolay değildi.
Düşünce dünyasının anahtarları "us", "uygarlık", "yasa", "ulus" gibi sözcükler olan Şinasi de, Avrupa'dan alınacak bilgilerle Osmanlı İmparatorluğu'nun içine düştüğü durumdan kurtarılabileceğini sanıyordu.
Şinasi'nin görüşlerini, bir gazete yazarı olmasına karşın, düzyazılarından çok, Reşit Paşa'ya yazdığı kasidelerde aramak gerekir. Reşit Paşa uyguladığı siyasa ile Osmanlı İmparatorluğu'nu parçalanmaktan kurtaran adamdı, ülkenin bir daha öyle güç durumlara düşmemesi de onun yaptığı, yapacağı "ıslahat"a (düzeltmelere) bağlıydı. Yurt yönetiminden sorumlu kimselerin, bu arada Padişahın en büyük dayanağıydı. Şinasi onu överken söylediği sözleri, yazılarında yazamazdı. Çok güç durumlara düşer, gazetesi kapatılır, kesinlikle susturulurdu.
Reşit Paşa'ya bağlılığı, hayranlığı bir gerçektir, övgülerinde içten olmadığı söylenemez, ama o günlerde aşırı görülecek düşüncelerini ortaya vurmak için, en tehlikesiz yol olarak ona kaside yazmak yolunu seçtiği de bir gerçektir. Şinasi bu gibi kurnazlıklara yazılarında hep başvurmuştur. Osmanlı devleti için çok yeni olan birtakım düşünceleri, "herkes bilir ki", "kanıtlanması gerekmeyen açık bir gerçektir ki", "yüce devletimizin buyruğudur ki" gibi sözlerle oldu bittiye getirerek sunardı. Yöneticilerdeki Avrupa devletlerine benzeme özleminden yararlanarak "uygar uluslar"ı anlatırdı. Padişahın sorumsuz yönetimine, Tanzimat Fermanı ile "yalnızca bir söz verme"ye bağlanmış olan, her şeyi elinde tutma gücüne açıkça karşı çıkmaz, devleti yönetmek için halkın da üye göndereceği bir Meclis kurulmasını savunmaz, ama ikide bir yerini düşürüp hiç de önemli bir şey söylemiyormuş gibi, uygar memleketlerdeki özgürlükçü yönetimlerden, halkın yurt yönetimi üzerine düşüncelerini söylemesi, yaşadığı ülkenin çıkarlarını korumak için görüşlerini bildirmesi görevinden söz ederdi. Birtakım yeni önerilerde bulunurdu, ama "Devlet-i âliyye" ile "Hükûmet-i seniyye"nin de o işlerin öyle yapılması gereğine şu şu şu buyrukları ya da kararları ile zaten işaret etmiş olduklarını belirtirdi.
Usçuluğu
Şinasi'nin en çok üstünde durduğu şey "akıl"dır. Bu sözcük yazılarında, şiirlerinde sık sık geçer. Sanat anlayışının temelinde de akılcılık (usçuluk) yatar. İyilikle kötülüğü, ülke için yararlı olanla zararlı olanı "us" ayıracaktır. İnsana onur veren us ile bilgidir.
Bu yaklaşım, dinsel düşünceye karşı bir tavır gibi görünüyorsa da, Şinasi özünde "din"e karşı değildir. Dinsel düşüncede karşı çıktığı yan, usun küçümsenmesidir.
Tanrı'ya inanır, çünkü onun varlığına usal kanıtlar vardır. En başta kendi varlığı bir yaratıcının bulunduğunu gösterir. Ayrıca, Tanrı'nın varlığına inanmak için öyle uzun boylu araştırmaya da gerek yoktur, yarattığı bir zerre, en küçük şey bile onun varlığını kanıtlamaya yeter. İnsanı Tanrı'ya bağlayan, cehennem korkusu, cennet tatları, din kitapları değil, onun varlığının kanıtlarını gören usudur.
Bu usçuluk, bazı dizelerinde izleri görülse bile, genel düşünce çerçevesi içinde, Şinasi'yi "yazgı" anlayışından da uzaklaştırmıştır. Yaptığı iyiliklerden, kötülüklerden insan kendisi sorumludur. "Tanrı öyle yazmış" sözüne sığınılamaz. Yazgı Tanrı'nın olmasını istediği şeylerdir, ama bunlar arasında iyi ile kötüyü seçip ayırmak yetkisi insanlara verilmiştir. İnsan yaptıklarından Tanrı'yı sorumlu tutamaz. Tanrı dilerse bize yardımcı olur, ama önce biz doğruyu, iyiyi aramak için çaba göstermeliyiz.