Kitabın başındaki yazıdan bir bölüm :
DÜŞÜNCE DÜNYASI
Batı Kültürü
Servet-i Fünun edebiyatçıları, Tanzimat edebiyatçıları gibi varlıklı bürokratların çocukları değil, genellikle memur ya da esnaf çocuklarıydılar. Onların yetiştiği yıllarda, Bab-ı Âli kalemlerindeki yetenekli gençleri Avrupa'ya gönderip eğitme zorunluluğu kalmamıştı. İstanbul'da dil öğreten, Batı kültürü veren "asri" (çağcıl) okullar vardı. Bu okullara memur ya da esnaf çocukları da gidebiliyor, sonradan Avrupa görmeseler de, Batı hayranları olarak yetiştirilip alafrangalaşıyorlardı. Onun için de, halka daha yakın zümrelerden geldikleri halde, Servet-i Fünun edebiyatçıları, yalnız seçkinler, hatta birbirleri için yazan, halktan kopmuş gençlerdi. Devlet kapısında küçük memur oluşları da kişiliklerini büyük oranda etkiliyordu. Tanzimat edebiyatçıları gibi korunan, sırasında bağışlanan, beğenilen, yararlanılmak istenen aydınlar olarak değil, İstibdat yönetiminin kolayca gözden çıkarabileceği küçük memurlar olarak hep korku, kuşku içinde yaşadılar. Ama bu durum, gene de, aralarından Tevfik Fikret gibi, kimseden bir şey beklemeyen, bağımsız kalmak isteyen, emeğinin karşılığından başka bir çıkar aramayan, "fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür" bir şairin yetişmesini engelleyemedi.
Namık Kemal ile Tevfik Fikret
Namık Kemal'le karşılaştırılırsa, Tevfik Fikret'in çok değişik bir yaşam sürmüş olduğu görülür. Devrimci dernekler, yurt dışına kaçmalar, bağışlanmalar, sürgünler, zindanlar, anayasa çalışmalarına katılmalar, önemli devlet görevleri yoktur onun yaşamında. Doğduğu kentten hiç ayrılmadan sürdürülüp gene orada sona eren, kırılmalar, istifalardan öte bir çalkantısı olmayan, kısa bir tutuklanma olayını aile özlemiyle yanan aşırı duygusal dizelerle değerlendiren dümdüz bir yaşam... Buna karşılık, "Kıran da olsa kırıl düş, fakat eğilme sakın!" diyebilen bir onurluluk, çalışmanın bedeli olduğuna inanmadığı bir parayı Saray'dan bile kabul etmeyen bir ahlak anlayışı, sözlerle eylemlerin tutarlılığına gösterilen aşırı bir özen, onur kırıcı sonuçları olabilecek girişimlerden kaçınırken toplum dışı kalmayı, elde ettiği ya da edebileceği her şeyi yitirmeyi göze alabilen bir kişiliğini koruma özlemi...
Açıkça görülüyor ki, Tanzimat'la başlayan ekonomik, toplumsal, dolayısıyla da kültürel değişimin ürünü yeni bir insanla karşı karşıyayız. Namık Kemal Avrupa'da koruyucusuz kalıp kendini padişahına bağışlatırken, ya da bütün umutlarını söndürmüş olan Abdülhamid'den aylık alırken bugün anladığımız anlamda küçülmez. Tanrı-Padişah-Kul arasındaki ilişkiler daha yıkılmamıştır. Batı kültürü vermek üzere kurulmuş okullardan çıkan aydınların düşünüşünde ise, en aşırı örneği Tevfik Fikret'te görülen, bir değişme olmuştur. Namık Kemal'in "toplum savaşçılığı" Avrupa kentsoylularının devrimci döneminden etkiler almış, ama Osmanlılığından kopmamıştı. Tevfik Fikret'in gördüğü eğitim ise onu bireyci kentsoylu felsefelerinin etki alanına sokmuş, kendini "kul" olarak değil, "insan" olarak değerlendirmesini sağlamıştır. Boyun eğmeyen, kimseden bir şey beklemeyen, tarihe, dine bile karşı çıkabilen kişiliğiyle, Aşiyan'ında toplumsal konulara değinen, siyasal olaylara tavır alan şiirler yazarken, batılı bir edebiyatçı gibidir.