ÇOK YÖNLÜ BİR YAZAR
Edebiyat-ı Sahiha
Namık Kemal'in yazarlık serüveni eski tarz üzre gazellerle başlamıştı. Kars'ta heves ettiği şiir yazma işini Sofya'da çoşkunlukla sürdürmüş, on yedi yaşında İstanbul'a bir divan dolduracak kadar gazelle dönmüştü. Kısa sürede ünlü şair Leskofçalı Galip Beyin dostluğunu kazandığını, Encümen-i Şuara'nın sevilen sanatçıları arasına girdiğini biliyoruz.
Bu çok genç şair, Şinasi'yle tanışıp gazeteciliğe yöneldiğinde ise, aşağı yukarı yirmi iki yaşındaydı. Gazetecilik onu kısa sürede gazel yazarlığından eylem adamlığına çekti. Edebiyat anlayışı bütünüyle değişti. Gazetecilik nasıl bir ülkü adına yapılıyorsa, edebiyat da tıpkı öyle bir ülkü adına yapılmalı, yaşamla sıkı bir ilişki içinde bulunmalıydı. Bir yapıt yalnız güzellik açısından değerlendirilemezdi. İçeriğinin gerçeğe uygun olması, doğru olması, bir şey söylemesi, üstelik de bunu herkesin anlayacağı gibi söylemesi gerekirdi.
Şinasi halkı aydınlatma yolunda her şeyi, bu arada sanatı da bir araç saymış, bilgi vermeyi, öğretmeyi sanatçılığa üstün tutmuş bir ustaydı. Namık Kemal, onu tanıdıktan sonra, yalnız gazeteci olarak değil, edebiyatçı olarak da, kalemini "hazret-i millet"in (yüce ulusun) emrine adadı. Divan edebiyatına karşı, "edebiyat-ı sahiha" diye adlandırdığı gerçekçi edebiyatı savundu. "Edebiyat büyüğü büyük, küçüğü küçük, güzeli güzel, çirkini çirkin" göstermeliydi. Eğlendirerek öğretmeli, halkı doğruluğa, iyiliğe çekmeli, ama bunu kuru kuruya değil, insan doğasını çözümleyerek yapmalıydı.
En önemli sorun ise herkesin anlayacağı bir edebiyata yönelmekti. "Bir bilim üzerine olmadığı kadar seçkinler için kitap yazmak kadar dünyada boşuna iş" yoktu. Bir güzel şey yaratıldığı zaman halk ilgi göstermiyor muydu? Bir ulusun ilgisi, yakınlığı hiçe sayılıp birtakım seçkin kişilerin beğenileri doğrultusunda mı yapıt verilecekti?
Bu düşünceler, bir ülkü adına savaşmak, halka hizmet etmek özlemi, Namık Kemal'in gazeteciliği öne almasına neden olduğu gibi, edebiyat alanında da şiirden düzyazıya kaymasına yol açtı. Gazetecilikten uzaklaştırılıp kavgasını edebiyat alanında sürdürmek zorunda kaldığı zamanlar, özellikle tiyatroya yöneldi. Okuma yazma bilmeyenleri de etki alanına alan tiyatronun toplumu değiştirebileceğine inanıyordu.
İngiltere'de Cromwell devrimini hazırlayan nedenlerin en büyüklerinden biri Shakespeare'in oyunlarıydı. Fransa'da papazlarla soylulara Molière'in güldürüleri belki Voltaire'in kaleminden daha fazla zarar vermişti. Fransız Devrimi'nde halkın gösterdiği vatan sevgisinin, özgürlük özleminin gönüllerde doğmasına Corneille'in yiğitlik dolu yapıtları kadar belki hiçbir şey hizmet etmemişti. Osmanlı halkının uyanışında da tiyatrodan yararlanılabilirdi.
Ayrıca, düzyazı edebiyat alanı Namık Kemal için yeni bir alandı. Bu alanda birtakım alışkanlıklar edinmemiş, belli bir ustalık düzeyine ulaşmamıştı. Şiirde biçim yeniliklerine yönelmek, onun için, yılların emeğini, başarısını silip her şeye tekrar başlamak, ustalıktan çıraklığa inmek gibiydi. Tiyatroya, romana ise, edebiyatın nasıl olması gerektiği konusunda sağlıklı bir anlayışa vardıktan sonra geçmiş, eski biçimlere yeni düşünceler, yeni duygular yüklemek zorunda kalmamıştı.
Gene de edebiyata başladığı günlerin tek uğraşı, ilk göz ağrısı "şiir" onu her zaman adım adım izledi. Az da olsa, hep bir şeyler yazdı. Oyunlarına, romanlarına şiirler yerleştirdi. Gazetecilik ettiği, Kanun-i Esasi çalışmalarına katıldığı, yaşamının şiire en uzak kaldığı dönemlerinde bile "şair" olarak anıldı.